Web Tarım TV’ye yediden yetmişe herkesin tanıdığı, bitkiler konusundaki dikkat çekici çalışmaları ve birbirinden ilginç kür tarifleri ile ünlü bir isim konuk oluyor. Prof. Dr. İbrahim Adnan Saraçoğlu. Bitkilere olan ilgisi nasıl ortaya çıktı, nasıl bir çocukluk yaşadı, kendisinin de uyguladığı kürler var mı, herkesin çokça konuştuğu ekmek ve kaya tuzu konusunda o ne diyor? Prof. Dr. Saraçoğlu tüm bu soruların yanıtlarını Web Tarım TV için yanıtladı.
Haber: Ercan AKSOY
Kamera: Oğuz OĞHAN
Fotoğraf: İbrahim BAĞCI
Ünü ülke sınırlarını aşan ve yaptığı kürlerle adından sıkça söz ettiren kimyager, akademisyen, biyoteknoloji ve mikrobiyoloji uzmanı Prof. Dr. İbrahim Saraçoğlu Web Tarım TV’ye özel açıklamalarda bulundu. Ankara’da halen yapımı devam eden Milli Botanik Bahçesi’nin de danışmanlığına getirilen Saraçoğlu, hem kendisi hem de çalışmaları hakkında merak edilenleri anlattı.
Tabiata karşı büyük bir merak ve araştırma arzusuna kendi anlatımıyla doğuştan sahip olan Prof. Dr. Saraçoğlu’nun bitkilerle bu kadar içli dışlı olmasının temeli de çok küçük yaşlarda atılmış. Saraçoğlu çocukluk döneminden itibaren hep sebze ve meyveleri merak etmiş. Hatta bu merakı nedeniyle okula başlayacağı günü iple çekmiş:
“Bitkilere ilgimin temeli çocukluğumda atıldı. Benim çocukluğum Çukurova’da büyük bir narenciye bahçesinde geçti. 5 yaşındayken bahçede çalışan işçilere soruyordum portakal niye turuncu, limon niye sarı diye. Onlar da cevap veremiyorlardı. Hâlbuki sulayan onlar, budayan onlardı. Ben çok soru sorunca onlar da babama gitmişler ve demişler ki; “Mehmet ağa senin oğlan garip garip sorular soruyor biz cevap veremiyoruz.” Babam geldi bana dedi ki oğlum yakında ilkokula gideceksin sorularını öğretmenine sorarsın. Ben de bunu duyunca çok sevinmiştim. Okula başlamayı iple çekmiştim. Tabii ilkokula başladığımın ilk günü öğretmenime aynı soruyu sordum. Ama öğretmenim bana “Önce okuma, yazmayı öğren, onları ileriki sınıflarda öğreneceksin” dedi. Ben öğretmenimin bu cevabından tatmin olmadım ve mutsuz oldum. Ama sorduğum sorunun cevabını ilkokulu bitirdiğimde de öğrenememiştim. Bu merakla babam beni İstanbul’da Avusturya lisesine kaydettirdi. Lisedeki biyoloji hocam çok iyi bir insandı, ondan çok şey öğrendim. Biz hazırlık sınıfındayken bir pazar günü İstanbul Yakacık’a götürdüler. Orada küçük bir kaplumbağa buldum; cebime koydum; okula getirdim.”
İbrahim Saraçoğlu’nun İbrahim Sesigüzel ile macerası
“Yatılı okuyorum bu arada. İbrahim Sesigüzel -şarkıcı, benim balonlarım vardı şarkısını söylemişti- rahmetli oldu, yatakhanede yan yanaydı yataklarımız. O akşam bunu gördü ve beni ispiyon etti. “İbrahim kaplumbağa getirmiş” dedi. Biyoloji hocamız da aynı zamanda okulun müdürüydü. Hemen o geldi ve “Sabahleyin ilk işin benim yanıma gelmek” dedi. Ertesi gün “Hadi bakalım gidiyoruz” dedi, biz vapura bindik Yakacık’a gittik. Beni aldı ve tekrar Yakacık’a götürdü. “Nereden aldıysan bu hayvanı oraya bırak, bu tabiata aittir” dedi. Hiç unutmam bunu. Bunlar benim için dönüm noktası olan olaylardı. Bu işin kimyasını hep merak ettim. Bunun kimyasını merak edişim de, ortaokulda biz kimya öğrenmiyoruz ki daha hazırlık sınıfındasın. Ama bunun çözümünün kimyada olduğunu anladım sınıfları geçtikçe. Sonunda liseyi bitirdiğimde anladım ki benim kimya okumam lazım. Onun için de kimyayı seçtim.”
Saraçoğlu kendisi de kür uyguluyor mu?
Peki, birbirinden farklı yüzlerce kürün fikir babası Prof. Dr. İbrahim Saraçoğlu kendisi kür uyguluyor mu? Herkesin merak ettiği bu sorunun yanıtını Saraçoğlu detaylarıyla aktarıyor:
“Benim bir yıl içerisinde kendime uyguladığım birkaç tane kürüm var. Kendime kür uygularım. Bunlar nedir? Mesela lahana kürü, mutlaka. 15 dakika kaynatılmış, açık alan tarımında yetiştirilmiş lahananın en dış yapraklarının 2 tanesini 750 ml suda yaklaşık 15 dakika kaynatır bunun suyunu içerim. En az 15 gün. Bunun faydası nedir? Bir defa kan dolaşımıyla ilgili özellikle venöz yetmezlik dediğimiz toplardamar yetmezliğiyle ilgili şikâyetlerin giderilmesinde bire birdir. Bakın bir insanın hastalandıktan sonraki tedavi şekliyle hastalanmadan önceki önleyici ve koruyucu tedavi şekli tamamen farklı şeydir. Hastalandıktan sonra işiniz zor. Mühim olan hastalanmamak. Belli bir yaştan sonra özellikle 50-55 yaşından sonra bu kürü insanların mutlaka uygulaması lazım. Neden? Kan dolaşımını aktive ediyor, vücutta metabolitlerin eşit olarak dağılmasına imkân veriyor. Bunun için, mesela kişinin kan şekeri yükselmiştir, ilacını kullandığı halde düşüremez. Neden? Çünkü şeker eşit miktarda dağılmıyor. İşte bu dolaşımı sağlayan lahanadır. Özellikle kadınlarda ve öğretmen hastalığı dediğimiz varisin gelişmesine yatkınlığınız var ise lahana kürünü lütfen ihmal etmeyin. Ayaklarında ağrısı olanlar, doktora gittiklerinde eğer hekim venöz yetmezlik diyorsa bilin ki bunun tek çözümü -tıpta çözümü yok bunun, toplardamar yetmezliği- lahana kürüdür. Ama 15 dakika kaynatacaksın. İlacını alıyorsun veya iğnesini de yaptığın halde kan şekerini düşürmekte zorlanıyorsun neden? Çünkü kan bütün vücutta eşit miktarda devridaim etmiyor. İşte bu dolaşımı eşit olarak sağlayan, toplardamarlardaki kan dolaşımını hızlandıran yegâne çözüm işte bu: lahana, 15 dakikalık. Zaten onun kürünü uyguladıktan sonra hemen o gün kan şekerinizin düşmeye başladığını göreceksiniz. Lahanayı haşlayıp suyunu içersek ilaç yerine geçer mi? Hayır ama kan şekerinizi düşürmede yardımcıdır. Mesela bazı insanlar gece aniden uyanırlar korkuyla, nefesim durdu diye. Uyku apnesi. 15 dakikalık lahana. 15 gün boyunca her gün 750 ml suyun içinde kaynatıp uygulayın bunu, bir iki saat içerisinde içebilirsiniz, hepsini bir anda içmek zorunda değilsiniz. Bakın bakalım uyku apnesi geçiyor mu geçmiyor mu? Lahana deyip geçmeyin yani.”
Lahana kürü çok önemli
“Gıdalar üzerinden bazı toksinler alıyoruz. Mesela bir gıda üzerinde ilaç kalıntısı kalabilir. Zirai ilaçların kimyasal özellikleri ise yağda çözünmeleridir. Bu ne demek? Sen bunu sebze ve meyveden aldığında terleme veya idrar yoluyla atamazsın dışarı. Çünkü ter ve idrar suda çözünüyor. E bu yağda çözünüyor. O zaman vücutta yağ dokusunda depolanıyor demektir. İşte vücudunuzu toksinlerden arındırmak istiyorsanız yapacağınız şey 15 dakikalık lahana kürü; 15 dakika kaynatılan. Şimdi bu kürü uygulamaya başladınız değil mi, ertesi günden itibaren yağlı yağlı terlersin. Bütün vücudun yağlı yağlı terler. Her gün iki defa duş aldırır adama ve kokladığın zaman da böyle garip bir kokusu vardır onun, toksin. Nasıl yapıyor bunu? Buna kimyada biyotransformasyon denir, dönüştürmek. Neyi dönüştürüyor? Yağda çözünenleri suda çözünür hale getiriyor. Ne yapıyor bunu? Lahana yapıyor. İçerisinde indole 3 carbinol ve diindolylmethane var lahananın, böyle baba sekonder metabolitlerinden. Bunlar işte yağda çözünen toksinleri örneğin zirai ilaçları suda çözünür hale getiriyor ve ter-dışkı-idrar yoluyla atıyorsunuz. Zaten ertesi günlerde de zindeleşmeye başlıyorsunuz. İnsanlara diyet öneriyorlar ve diyet programı çıkarıyorlar zayıflamak için. Kişi normal başladı mı zayıflamaya, ayda 2-4 kilo zayıflatan bazı diyetler var. Ama bunlar toksinleri biyotransformasyona tabii tutmuyor. Onlar yağda çözünür haliyle kalıyor.”
Diyet yapanların yüzleri çöker, renkleri sararır. Çözümü çok basit
“Fakat dikkat edin zayıflayan insanların yüzleri çöker, yaşlanmış gibi gözükür, renkleri sararır bir acayip olurlar öyle değil mi? Ha, işte o yağda çözünenler var ya, yağ yandıkça eridikçe bu toksinler nereye gidiyor? Vücuttan atamıyorsun. Kanda dolaşmaya başlıyor ve kanda çözünür hale geliyor. Kendini yaşlanmış, böyle rengini uçurmuş bir halde görüyorsun. Hâlbuki mübarek, lahana kürünü uygula, suda çözünür. Bak ter yoluyla, idrar yoluyla atıyorsun. Onun için zayıflama kürü uygulayan insanların yaşlanmış gibi gözükmelerinin arkasında yatan neden budur.
Lahana deyip geçme. Mesela kadınlar selülitlerden şikâyet eder. Niye selülit oluşur bir kadında? Bir, kahveyi çok içer kadınlar. Kahve, yağ depolayan hormonları aktive eder. Dolayısıyla selülit olacak. Hiç mi kahve içilmeyecek? Günde bir tane iç mübarek. Bir tane kahve içersin problem yok. Ama günde 3-4 tane kahve içersen yağ depolayan hormonlar aktive olduğu için selülitler gelişir. Selüliti başka ne geliştiriyor? Kadınlar erkeklere göre daha az su içiyorlar. Ne kadar az su içerseniz vücudunuzda o kadar toksin birikir, o kadar yağ hücresi birikir. Lahana işte, vücuttan toksin atar ve aynı zamanda da selülitlerin yok olmasında büyük oranda yardımcıdır.
Saraçoğlu’nun uyguladığı diğer kürler neler?
“Maydanoz-limon kürü karaciğer yağlanmasında, karaciğerin bağışıklık sistemini güçlendirmede yardımcıdır. Şimdi insanlara bakıyorum, şunu yersen bağışıklık sistemini güçlendirir, şu vitamin var bu vitamin var diyorlar. Ya mübarek iş bu değil ki! Her organın bağışıklık sistemi farklıdır. Karaciğerin bağışıklık sistemini mi güçlendirmek istiyorsunuz, önce karaciğeri arındıracaksınız maydanoz-limon kürüyle. Karaciğer yağlanması, bugün insanların çoğunda var. 15-16 tane maydanozu blenderin içine atın, üstüne tam bir limon sıkın, bir bardak su koyun ve karıştırın. 15 gün boyunca sabah aç karnına için. Bu kürü mutlaka 4 ayda bir yaparım, benim vazgeçilmezimdir.
Bir de iki ayda bir havuç suyu içerim; taze sıkılmış havuç suyu. Unutkanlığa karşı, Alzheimer’a karşı, beyin fonksiyonlarının sağlıklı çalışabilmesi için taze sıkılmış havuç suyu.
Mesela lahana kürünü uygulayanlar diyabete yakalanmazlar. Diyabete karşı bariyer oluşturur. Kış aylarında mutlaka akşamları adaçayı gargarası yapar öyle yatarım. Neye karşı koruyor? Farenjit, boğaz enfeksiyonu, tonsilit, bademcik iltihaplanması ve boğaz enfeksiyonuna karşı, gribe karşı. Hem antiviraldir hem antibakteriyeldir. Hazır zırhını giyip sokağa öyle çıkıyorsun mübarek. Bana diyorlar ki hocam bunun kapsülü yok mu? Yok kapsülü. Emeksiz kazanç yok. Aynı etkiyi göstermesi mümkün değil. Uydudaki bazı kanallarda bir sürü sahtekârlıklar yapıyorlar, lütfen inanmayın! Yok maydanoz, yok limon, yok sarımsak. Hiç alâkası yok benimle. Ben bunun için değerli izleyicilerimizi uyarıyorum, bunlara itibar etmeyin.”
Günde 18 saat çalışıyor
Günün çoğunu çalışarak geçiren Prof. Dr. Saraçoğlu fırsat buldukça doğayla baş başa kalmayı da tercih ediyor.
“Doğaya tabii ki çıkıyorum. 24 saat içerisinde inanın 18 saat çalışıyorum, zaman yok. Çünkü insanlara hem bilim hem de ilim vermek zorundasınız. Bunun için bir an önce insanları doğru bilgilendirmek gerekiyor. Fırsat buldukça çıkıyorum. Mesela Urfa’ya gittim, Harran ovasını gördüm, ivesi koyunlarımızı gördüm o kahverengi başlı, yöreye özgü. Ne kıymetli hayvan onlar. Aldım kucağıma, öptüm sevdim. İşte kapariyi, ters laleleri gördüm. Tarımsal Araştırmalar ve Politikalar Genel Müdürlüğü (TAGEM) orada bunları yetiştiriyor. Ata tohumlarımızı orada çoğaltıyorlar. O kadar mutlu etti ki beni. Harran Ovası deyip geçme. Öyle bölgeler var ki 20 metre derinliğinde toprak var. Bugün sen Anadolu’ya git 50 santim 60 santim toprak, sonrası kaya. Orası öyle, Allah’ın lütfu bunlar. Tek Tek dağları bir de Fatik dağları. İkisinin arasında 70 kilometre uzunluğunda 50 kilometre genişliğinde Harran Ovası. Fırat’ın suyunu da kanala vermişler, oradan suluyorlar. Fakat çok yanlış yapıyorlar salma su ile suluyorlar. Tarla salma su ile sulanır mı? Salma su ile toprağı suladığınız zaman toprağın bütün mineralleri çöküyor ve kaybedip gidiyorsunuz, toprak özelliğini kaybediyor. Mineraller nedir? İnsan vücudunda da hastalıklara karşı bizi koruyan en güçlü silahtır. Oksijen diyorsunuz. Oksijeni kanda taşıyan ne? Demir. Demir eksildi mi rengin gidiyor duvar gibi oluyorsun. Yani mineraller çok önemli. Dolayısıyla salma suyundan vazgeçilmesi lazım. Allah suyu bol verince kullanmasını bilmiyorlar. Damlama yöntemiyle sulayacaklar. Bugün Afrika’da bir kadın veya Mısır’da bir kadın -suyu bulabilmek için- günlük yaşamının yüzde 70’ini su aramakla geçiriyor. Allah bize vermiş. Bu bolluğun kıymetini çok iyi bilmemiz lazım. Bu, müsrifliktir. Her müsriflik bir şeye zarar verir. Toprağa zarar veriyorsun öyle kullanamazsın o suyu. Yani bunların anlatılması lazım.”
“Bilim değil ilim kesin ve mutlak doğrudur”
“Şimdi bakın başarıya ulaşmanın sırrını söyleyeyim mi size? Bir defa ilimi bilimden ayırt edeceksiniz. İlim farklı şeydir, bilim farklı şeydir. Bilim insanın aklını ve beş duyu organını kullanarak ortaya koyduğu sonuçlardır. Ama asla, kesin ve mutlak doğru değildir. Bir defa burada anlaşalım. Hani dünya dönmüyordu değil mi? Galileo çıktı dedi ki dünya dönüyor. Bunu Galileo’ya söylüyorlar. Senin deden Harezmi bunu 750’li yıllarda söylemiş. Kepler olsun Kopernik olsun Galileo olsun. Bunlar 1400’lü yıllarda geldiler. Senin deden bun 770’li yıllarda söylemiş, bulmuş, hesaplamış. Atamızı iyi tanımamız lazım. Dolayısıyla bilim bugünün doğrusudur, yarın değişir. Yıllarca süt için süt için dediler şimdi içmeyin diyorlar. Midedeki helikobakter pylori için. Bunun en güçlü silahı, midede helikobakter pylori’ye karşı brokoli. Üçlü bir antibiyotiği var, kullanıyor vatandaş 15 gün veya bir ay. Bitince doktora gidiyor, doktor tamam temizlenmiş diyor. Üç ay sonra bir bakıyorsun tekrar nüksetmiş, antibiyotik direnci. Perişan ediyor insanı. Doğada her şeyin çaresi var. Hiçbir dert yoktur ki biz onun çaresini vermemiş olalım. Bu bilgiler gökten zembille gelmiyor, kimyasını araştırıyoruz. Yani bir yerde yazmıyor bunlar. Brokoli işte helikobakter pylori’ye karşı. Bu Allah’ın bir lütfudur. 200 gram brokoliyi küçük küçük doğrayın iki bardak suda ağzı kapalı tencerede 5-6 dakika kaynatın ve bunun suyunu için aç karnına. Tanelerini de salatanızla yiyin. Uygula bunu bir ay ondan sonra git doktora bakalım var mı?
İlim ise Allah’ındır. Mutlak doğrudur, kesin doğrudur. Asla değişmez. Hz. İbrahim nasıl buldu Allah’ı, değil mi? Yıldız dedi, güneş dedi ama sonunda Allah’ı buldu. Sorgulamazsan bu iş olmaz. Yoksa sizi güderler. Hani Bakara Suresi’nde “Raina demeyin, unzurna deyin”. Alemlere rahmet Peygamber Efendimizi buldu ya. Ya Muhammed sen bizi güt diyor halk. Niye? ‘E peygamber cennetlik. Ya Muhammed sen ne dediysen biz onu yaptık biz de cennete gideceğiz.’ diye düşünüyor. Hayır, ayet geliyor, iniyor Allah’ın emri. Bizi güt yok. Bize doğru yolu göster, aklımızı kullanmayı öğret. İşte, raina demeyin unzurna deyin. Gençler bugün bilgiye aç. Siz bilgiyi verin, bak onu nasıl işleyecek çocuk.
Bilim hiçbir zaman kesin doğru değildir. Bize lisede ortaokulda öğrettiler ya maddenin parçalanamayan en küçük parçasına ne denir? Atom değil mi? Öyle öğrettiler. E mübarek atom parçalandı ya! Hani bilim doğruydu, hani bilim kesin doğruydu? Bugünün doğrusudur. Yarın başka biri çıkar pat sizin biliminizi... İşte onun için insan hep gelişmeye açıktır. Allah da kullarını imtihan ediyor. Neden? Çünkü cennetinde cahil kul istemiyor. Bir halden alıyor bir hale koyuyor. Sürekli imtihan halindesiniz, hepimiz, ben de dâhil. Mesela hoca, ben öğrencimi imtihan etmeden nasıl sınıf geçireceğim değil mi? Allah da bizleri imtihan ediyor. Bunlar çok önemli kriterler.”
Prof. Dr. Saraçoğlu’ndan çok ilginç bir açıklama: “Hızlı olan sperm yarışı kazanır görüşü külliyen yalan, yanlış”
Prof. Dr. İbrahim Saraçoğlu neredeyse herkesin bildiği daha doğrusu bildiğini zannettiği bir konuda da çok önemli şeyler söylüyor. Sohbetlere, tartışmalara, haberlere, karikatürlere konu olan bebeğin oluşması yani yumurtanın döllenmesi konusunda bilinmeyen bir gerçeğin kapısını aralıyor Prof. Dr. Saraçoğlu:
“Mesela eskiden bize şunu öğretmişlerdi: En hızlı sperm gider yumurtayı döller değil mi? Külliyen yalan. Külliyen yalan ve yanlış. Bugün biliyoruz ki binlerce sperm geliyor kadının yumurtasına, kadının yumurtası karar veriyor o spermlerden hangisinin yumurtayı dölleyeceğine. O karar veriyor, en hızlı gelen değil, yetişen değil yani. Yeni bunlar, hep yeni şeyler yani.
Dolayısıyla böyle yüzlerce örnek var. Bilim bize bugünün doğrusunu söyler, ilim ise mutlak doğrudur kesin doğrudur ve asla değişmez. İşte buna bakacaksınız. Bunun için ilim kitabı yüce kitaptır. Allah’ın bizi muhatap aldığı kitaptır.”
“Ekmek yemeyin demek yanlış”
Ne diyor bazı uzmanlar? Efendim ekmek yemeyin diyorlar. Ne kadar yanlış bir şey ekmek yenmez olur mu! Ben ekmeksiz sofraya oturmam. Ama bu sanayi tipi mayalar var, bunların değişmesi lazım. Pişirilme süreleri, bunlar önemli kriterler.
Mesela siyez buğdayını kullanın, kavluca buğdayını kullanın, karakılçık buğdayını kullanın. Bunlardan yeni çeşitler geliştirebilirsiniz. Bak o zaman o ekmeğin lezzetini görün. Kendi yerli çeşitlerimiz de var. Ama yurtdışından tanımadığın bilmediğin bir şeyi getirip de ondan yeni çeşit yapma olur mu!
“Çankırı’daki Tuz Gölü’ndeki tuz dururken yabancı dağlardan tuz getirmene ne gerek var?”
“Senin Çankırı’nın tuzu dururken, senin Tuz Göl’ün tuzu dururken, senin Yozgat’taki doğal tuz kaynakların dururken senin gidip yabancının bilmem ne dağlarından bu tuzu bu ülkeye getirmene ne gerek var? Bir de dediler ki Türkiye’deki tuzların içerisinde radyasyon var, radyoaktif madde var. Böyle şey olmaz. Bu düpedüz hainliktir. Biz ilkokula giderken yerli malı yurdun malı onu herkes kullanmalı diye öğrettiler. İnsanlar milli ve yerli olsunlar. Tuzu bile ithal ettirdiler bu memlekette. Gidin Çankırı tuzu var, Çorum tuzu var ne kadar güzel.
Kapsül şeklindeki takviye ürünler Saraçoğlu’na göre fayda sağlamıyor
Yıllarını bitkilerin kimyasını incelemeye adayan Prof. Dr. İbrahim Saraçoğlu bu bilgileri ışığında bizleri önemli bir konuda uyarıyor: Kapsül şeklindeki takviye ürünler. Saraçoğlu bunların insan vücuduna hiçbir fayda sağlamadığını hem dünyada yapılan hem de kendi yürüttüğü araştırmalar ışığında gözler önüne seriyor:
“1955 yılında Harvard Üniversitesi’nden bazı bilim adamları çıktılar dediler ki “Domatesin içindeki likopen antioksidandır. Kansere karşı önleyicidir.” Aman Allah’ım. “Devedikeninin içinde silymarin var, havucun içinde betakaroten var.” Koyun kapsülün içine. Devedikeninden çekin silymarin’i koyun kapsüle, domatesten likopen’i alın, koyun kapsüle. Böyle gitti. Soya fasulyesinden genistein’i al, koy kapsülün içine. Böyle bine yakın hatta binin üzerinde zannediyorum bin 312 tane gıda takviyesi çıktı. O bir furyaydı. Bütün dünya üniversiteleri bu sebzelerde, meyvelerde, tahıllarda, baharatlarda ve tıbbi bitkilerdeki sekonder metabolitleri araştırmaya başladılar ve hepsini kapsüllere koydular.
Ne oldu? 2005 yılına gelindiğinde bunların bir işe yaramadığını gördüler. Benim birçok arkadaşım bu yakışıklı kutuları eczanelerden yüz liraya yüz elli liraya aldılar. “Ya hocam ben bunu bir buçuk iki yıldır yutuyorum bir faydasını görmedim.” diyor. Televizyonlarda çıktım söyledim bakın bu yakışıklı kutulardaki var ya dedim bunlar Amerika’da 70-80 sent. Türkiye’de 70 dolar. Yapmayın dedim. Sonunda ne oldu? Burunlarının üstüne düştüler. Yüz binlerce bu konuda makale yazıldı, birçok laboratuvar kuruldu Türkiye’de dâhil bütün dünyada. Ne oldu sonunda? Kaybettiler. Türkiye’de de mağazası olan bir marka kapandı, Avrupa’da da kapandı.
Havuç suyunu içersen Alzheimer’e ve unutkanlığa karşı birebir. Ama havucun içinden betakaroten’i çekip alır, kapsüle koyup al bu etken maddesi dersen bu da akciğer kanseri yapar. Bunlar hep klinik deneylerle kanıtlandı. Omega-3 diye tutturdular. Balıktan Omega 3. İngilizler bunu Journal Of Medicine’de yayınladılar. Yani kalp damar rahatsızlıklarında Omega-3’ün kapsüllerinin hiçbir işe yaramadığı, faydası yok. Tamamen reklam. Sen balıktan al Omega 3’ü. Beta karoten çok faydalı ama havuçtan al. Likopen çok faydalı, domatesten al, karpuzdan al, ıspanaktan al, havuçtan al. Ama onu tefrik edip içinden çekip kapsüle koyma. Alemlere Rahmet Peygamber Efendimiz ne için geldi? Tevhid için, birleştirme. E domatesin içinde 10 binin üstünde etken madde var. Sen bir tek lipoken’i çekip alırsan, diğerleri? Diğerleri lüzumsuz, çöp! Olur mu? Bütüncül bakış, hep bunu anlatıyorum ya. Tevhide gideceksin.
Kadınların amniyon sıvısı yani rahim sıvısı eksilirse bebeğin hayati tehlikesi var. Havucun etken maddesi nedir? Betakaroten. İstediğin kadar kapsül yuttur o sıvı artmaz. Ama taze sıkılmış havuç suyundan günde iki bardak içerse dördüncü gün doktora gitsin, amniyon sıvısı hemen dolar. Annenin ve bebeğin hayatı kurtulur. Tefrik etme bütüncül bak.
Türkiye’deki en önemli projelerden biri: Milli Botanik Bahçesi
Prof. Dr. İbrahim Saraçoğlu yakın bir zaman önce Ankara’da halen yapımı devam eden Milli Botanik Bahçesi projesinde danışman olarak görevlendirildi. Eğitimi, bitkiler hakkındaki tartışma götürmeyen bilgi birikimi sayesinde elbette ki bu görev en çok ona yakışırdı, öyle de oldu. Prof. Dr. Saraçoğlu Botanik Bahçesi ile ilgili düşüncelerini paylaşırken heyecanını gizleyemiyor. Böyle bir işte yer almaktan duyduğu memnuniyeti dile getirirken aynı zamanda bahçenin Türkiye’de gerçekleştirilen en önemli projelerden birisi olduğunun da altını çiziyor.
“Milli Botanik Bahçesi yaklaşık olarak 2 bin 500 dönüm. Buraya Anadolu’nun bitki örtüsündeki bütün o biyolojik çeşitliliğin en önemlilerini getireceğiz. Genetik kaynaklarımızdaki önemli bitkilerimizi buraya getireceğiz. Bu meyve ağacı olur, sebze olur, bu baharat olur, bu tahıl olur. Halkımıza, evlatlarımıza göstereceğiz. Tıbbi aromatik bitkilerimizin içinde kapariden tutun lavantaya kadar, çoban çantasından tutun aslan pençesine kadar hepsini burada görecekler. Avrupa’da Almanya’da onlarca botanik bahçesi var. Bizde daha bir tane yok doğru düzgün. Dolayısıyla burada biz Anadolu topraklarının bu milli bitkilerini -hani var ya 4 bin 4 bin 500 endemik bitkimiz var diye bahsederler- e tamam var da kaç tanesini tanıyorlar. İçinde ne var? Bizim yeni molekülleri bulmamız lazım. Burada merkezi araştırma laboratuvarını kuruyoruz. 81 il ve 81 üniversite, o illerin endemik bitkilerinin önemlileri buraya gelecek. O illerin üniversiteleri oradaki endemik bitkileri araştıracak. Yepyeni moleküller bulacağız. Bu ne demektir? Bu yerli ilaç demektir. Yerli ilaç böyle yapılır. Biz neleri kaptırdık! Çiğdem çiçeğini Fransızlara kaptırdık. Kolşisin diye bütün dünyaya satıyorlar. Akdeniz ve Ege bölgeleri laden bitkisiyle dolu; cistus. Yunanlılara kaptırdık patentlediler. Her eczanede cistus diye yazar. On tane pastil 20 lira. Neymiş, gribe karşı korur. Biz yapamaz mıyız, bizim her tarafımız dolu. Yapamazsın neden çünkü patentli, lisans ödemen lazım. Var mı böyle bir şey? Neden çünkü bunlara çer çöp dediniz, kocakarı ilacı dediniz. Anadolu’da koca karı demek âlim kadın demektir, ilim sahibi kadın demektir. Sen, Allah’ın yarattığı bir bitkiyi aşağılıyorsan o bitki sana sırrını vermez. İstediğin kadar araştır boşuna kürek çekersin. Hoşlanmadığın bir insanla sohbet edebilir misin? Değil mi, hep uzak durursunuz. E hoşlanmıyorsun, bitkinin aleyhinde atıp tutuyorsun, aşağılıyorsun. Aşağılanan bir canlı sana sırrını açar mı?
Allah bu milletin yolunu açık etsin. Bakın petrolüm yok, enerji kaynaklarından doğalgazım yok diye üzülmeyin. Bu bitkiler var ya bu tıbbi bitkiler Türkiye’yi böyle kalkındıracak, 90 derece. En kıymetli şey. Enerjisiz yaşayabilirsin ama tohumsuz asla! Kıymetini bilin. Allah her şeyi bol vermiş. Ama bunun kıymetini bilin.
Tıbbi aromatik bitkilere sahip çıkılması gerektiğini ısrarla söylüyor
Bugün hekimler bitkisel tedavi kursları, eğitimleri alıyorlar. Ben de ders veriyorum bu konuda hekimlere. Bu çok büyük bir aşamadır, kabuğumuzu yırtıyoruz. Yani yumurtadan civcivin çıkması gibi kırıyoruz bu kabuğumuzu. Yıllarca bizi güttüler, yıllarca bizi uyuttular. Yeter artık! Olmaz! Bugün senin tükettiğini, kasaba kavunu diye tüm dünyaya satıyor Amerika. Bizden gitti, Ceyhan karpuzu. Hep bunların tohumları bizden gitti, genetik kaynaklarımız. Onlar da hibritleştirip tüm dünyaya satıyor. Bugün Almanya tıbbi bitkilerde 100 milyar Euro’nun üzerinde satış yapıyor dünyaya. Biz ne yapıyoruz? Sen lalenle niye övünüyorsun? Bak Hollanda’ya kaptırdık. Adamlar iki haneli milyar Euro ile lale satıyor tüm dünyaya. İnsanın zoruna gidiyor. Anadolu’da bir laf vardır: Boş duran eşeğe semer vuran çok olur. Sen sahip çıkmazsan gelir elin adamı onu güzel alır götürür, patentler sahip çıkar, ticaretine de başlar. Sen de böyle bakarsın!
“Anadolu’nun her yeri nimetlerle dolu”
Ağrı dağındaki topraktaki bir bakteriyi alıp Amerika’ya götürdüler. ............... diye bir antibiyotik ürettiler ve bunu üreten ............... firmasını Alman ............... firması 9.8 milyar dolara satın aldı. Girin ............... internet sitesine göreceksiniz. Bu bizimdi de hadi sen buna sahip çık. Anadolu’nun her yeri nimetlerle dolu.
Türkiye’deki bütün üniversiteler; kimya, biyoloji, tıp, farmakoloji yani eczacılık bölümü olanlara burada yer vereceğiz 1-2 dönüm. Tarım il müdürlükleri gelecek o bölgenin endemik bitkilerini burada ekecekler ama genetik kaynak onların geldiği yer. Üniversite orada sahip çıkacak, üniversite orada araştıracak. Burada merkez laboratuvarında da biz esas yönlendirmeyi yapacağız; patentlenecek, tescillenecek ülke adına. Onun için burası çok kıymetli bir proje. Sayın Cumhurbaşkanımız bunu himayelerinde 2008 yılında başlattı. Tarım Bakanımız Sayın Fakıbaba bu konuda çok büyük bir destek veriyor. İnşallah, bu milletin hakkıdır bu. Evet, orası bu milletin. Bunu bilmemizde fayda var. Bakın buradan Allah’ın izniyle neler çıkacak göreceksiniz.
İlaçlara, modern tıbba karşı olmadığının altını çiziyor
1993’ten beri bugüne kadar televizyonlara çıkıyorum. Yüzlerce kür öğrettim bu halka ve bunları uyguluyorlar, ilaç kullanmıyor... Devlet her ay iki haneli milyon dolar tasarruf ediyor. Ne kullanıyor? Bitkileri kullanıyor. Bu milletin parası yurtdışına gitmiyor. Ben ilaçlara karşı mıyım? Hayır. Modern tıbba karşı mıyım? Asla. Hekim kontrol ve önerileri esastır. Ama Anadolu’nun imkânları Türkiye’den misli misli büyüktür. Anadolu deyip geçmeyin! Âlemlere rahmet peygamber efendimiz daha Türkler Anadolu’ya ayak basmazdan 420 yıl önce Anadolu’yu işaret etmiştir. Hani diyor ya Hendek Savaşı’nda, buyuruyor: “Ne mutlu o komutana, ne mutlu o askerlere. İstanbul elbette fethedilecektir. Neden İstanbul? İstanbul’u almazsan Anadolu’ya sahip çıkamazsın, yerleşemezsin. Bu milletin kaderini görmüş Peygamber. Biraz düşünün, biraz aklınızı kullanın.
Bugün hastalanmamaya bakın. Romatizma mı, hastalandınız mı romatoid artrit’ten veya ankilozan spondilit’ten, ölene kadar ilaç kullanacaksın. Ömürlük ilaç yazıyor. Hipertansiyon mu? Tedavisi yok, ölene kadar ilaç kullanacaksın. Diyabete mi yakalandın, ölene kadar ilaç kullanacaksın. Ömürlük. Çözüm yok. Hastalanmamaya bak. Bir yerde düşünüyorsun ya bu bilinçli yapılıyor falan, neyse... Ben modern tıbba karşı değilim.
İbrahim Saraçoğlu
Prof. Dr. İbrahim Saraçoğlu
kürler
sağlık kürleri
tıbbi aromatik bitkiler
sağlıklı yaşam
ekmek
kaya tuzu